Hani bir bakarsın; gölgen büyümeye başlar, güneş yerinde sabitken... Gölgen daha güçlü, daha büyük gözükür birden gözüne... Sonradan fark edersin, başkasının gölgesi düşmüştür aslında, senin gölgenin
üstüne... Onun gölgesi ile büyüyüp güçlenmiştir soluk ve kırılgan gölgen...O kadar sendendir ki o gölge; senin gölgen nerede başlıyor, onunki nerede başlıyor ayırt edemezsin...
An gelir, gün batmaya başlar, berraklaşmayı başaramayan gölgeler ayrışır, renkleri soluklaşır... İki ayrı gölge, bir köşe başında uzaklara karışır...
"Dünya öyle bir gölgedir ki, kişi ona arkasını dönünce peşinden gelir de, kişi onun peşine düşünce hep önünden kaçar." (Düşte Kalan, İskender Pala)
"Her nesne önce pişer devamında yanar. Oysa insan yana yana pişer." (A.Kaykı)
20 Mart 2012 Salı
Eski Düşlerim Hükümsüzdür...
İçimde seni ne çok biriktirdim, yıllar yılı… Seni her daim içimde hissedebilmek için midir bilinmez; şiirlerle, şarkılarla, sözlerle kentlerle eşleştirdim seni… Kimi zaman tarifsiz güzellikteki İstanbul gibiydin; kimi zaman sakin ve iddiasız bir kıyı kasabası… Bazen alabildiğine bereketli bir ova, bazen umulmadık kadar sert bozkır… Yine de her halinle güzeldin, varlığın güvenliydi…
Gün gelip de, senin gemin başka limana doğru yol almaya başlayınca, seni simgeleyen her şey üşüştü birer birer beynime… Tüm anıları, hafızamın en karanlık dehlizlerine kadar itmem zor oldu… Unutmada başarılı oldum bile sandım…
Ve yıllar sonra bir nota geldi kulağıma uzaktan… Bir Hintlinin oynattığı kobralar gibiydi, hatıraların birer birer saklandıkları delikten çıkışı… John Fowles, Koleksiyoncu kitabında, "(…) Ama unutmak insanın yapabileceği değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi.” diyordu. ve sanırım benim başıma da gelmemişti unutmak... Unutmamıştım heyhat, ama acıtmıyordu da eskisi kadar…
Bu gecikmiş bir veda yazısı değildir, ama bilmende fayda var; tüm şehirlerinin kaleleri bir bir ele geçirilmekte…
12 Mart 2012 Pazartesi
Kapı...
Türkiye ortalamasına göre ortalama, dünya ortalamasının ise çok altında sayılabilecek düzeyde, sıradan bir kitap okuruyum. Başladığım kitaptan zevk almasam dahi, sonuna kadar okumaya özen gösteririm. Bu da geçmişte okuduğum başka bir araştırmanın etkisi. O çalışmada, yarım bırakılan kitap, film vb. de, kişi düşünmekten vazgeçse de beynimizin düşünmekten vazgeçmediğinden bahsediyordu. Beyin düşünmeye devam ettiği için de ilerleyen yaşlarda bu durumun alzheimerı tetiklediğini ifade ediyordu. Başladığım işi bitirmek istememdeki etken budur yani :)
Şu aralar Rıdvan Cankiç'in "KAPI Nefes Almayı Unutmayın!" adlı kitabını okuyorum. Genel itibari ile kitap bitmeden yorum yapmamaya özen gösteririm, ancak bu kitap için bir istisna yapacağım. Kitabın konusu henüz nefesimi kesmedi, ancak yazım hataları kitabın konusundan daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Dahi anlamındaki "-de"yi, bağlaç olan "-ki"yi yazamayanlara tahammülüm pek azdır. O "-de"ler ve "-ki"ler ayrı olması gerekirken birleşik, birleşik olması gerekirken ayrı yazılmış ya, dayanamıyorum. Baskıya gitmeden önce hiçkimse okumadı mı bu kitabı?
Eğer kitabın sonunda "biz bununla bir test yapmıştık..." bıdı bıdı diye birşey demezlerse şayet (ki derlerse bu yazıya daha sonra kesinlikle ekleyeceğim.); elime bir kırmızı kalem alıp hatalı yerleri işaretledikten sonra yayın evine kitabı göndereceğim.
Türkiye'de kitap okunmuyor diyenlere soruyorum, yazarın ve/veya yayınevinin hiç mi günahı yok?
9 Mart 2012 Cuma
Yılanlı Yalı
Saffet Emre Tonguç ve Pat Yale’in ortak hazırladıkları “Boğaz Hakkında Her Şey” adlı çalışmaları elime geçti bugünlerde. Bu çalışmada, uçtan uca Boğaz’la ilgili güzel bilgilere ve Boğaz’da sıralanmış meşhur yalıların birbirinden ilginç hikâyelerine ve fotoğraflarına yer verilmiştir. Kitabın kapak fotoğrafı bile o kadar hoş ki insanın içi ısınıyor. Harikulade güzellikteki nadir yerlerden biri olan İstanbul’un, birbirinden güzel Boğaz fotoğraflarını görmek için bile edinilmesi gereken bir kitap. Benim gibi İstanbul’u uzaktan seven ve geçmişi olan her şeyi kıymetli bulan biri için bu kitap ilgi çekici olmakla kalmayıp, yalı hikâyeleri ile gönlümü fethetmiştir…
Beş duyumuzla algıladığımız her şeyde, mutlaka bütünün içindeki bir parça, size diğer parçalardan daha fazla ilgi çekici gelir ya da etkiler. Bu çalışmada da (henüz tamamını bitirmemiş olsam da) yalıların hikâyelerini okurken ve o muhteşem güzellikteki fotoğraflarına bakarken “Yılanlı Yalı”nın hikâyesi hoş geldi bana ve sizlerle paylaşmak istedim…
YILANLI YALI
Bebek’ten Rumeli Hisarı’na doğru yürürseniz önce Ayşe Sultan, sonra da Arifi Paşa korularını geçeceksiniz, sonra da karşınıza XVII. yüzyıldan kalma İstanbul’daki nadir ahşap mescitlerden Kayalar Mescidi çıkacak. Mescidin yanında, XVIII. yüzyılda inşa edilen Yılanlı Yalı’yı göreceksiniz.
İsmi, kendi kadar güzel değil ama mecburiyetten verilmiş; II. Mahmud, Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Efendi’nin yalısını pek beğenmiş ve konuyu ortak dostları Said Efendi’ye açmış. Said Efendi arkadaşını ve yalısını korumak için yalının yılanlı olduğunu uydurmuş. Padişahın yalıyı almasını önlemiş ama yalının adı da “Yılanlı Yalı” olarak kalmış. (Saffet Emre Tonguç - Pat Yale; Boğaz Hakkında Her Şey)
Bu hikâye ile bir insanın sevdiği ve kaybetmek istemediği bir şeyi, sırf kendine ait kalsın diye nasıl kötüleyebileceğini bir kez daha örneklemiş bulunuyoruz. Bugünü kurtarmak için söylediğimiz her cümlenin, zaman içinde çok farklılaşarak karşımıza çıkabileceğini unutmayalım ve çokça düşünüp azca konuşalım… Ben pek yapamıyorum ama tavsiye diyorumJ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)