Bense topluma uymak adına gülleri ya da papatyaları sevmek için çok çaba harcadım ama yani pek içim ısınmadı onlara. senelerce acaba ben hangi çiçeği seviyorum diye merak ettim. bir ara lalelere merak salmıştım ki hala kendilerine dair güzel duygular beslemekteyim. Ancak bundan 5 ya da 6 yıl önce bir yerde kocaman kan kırmızı bir Gelincik Çiçeği tablosu görene kadar, gerçekten hangi çiçeği sevdiğimin farkında bile değilmişim. Ben kendi başına büyüyen, hemen solan öyle pek bir kokusu da olmayan ama alabildiğine alımlı bu çiçeği seviyordum işte...
Bu çok narin olan çiçek, dalından koparıldıktan birkaç dakika sonra tüm güzelliğini yitirir. Yapraklarından biri koparsa diğerleri de kendini bırakır. Yapraklarına biraz sert dokununca hemen zedelenir. En küçük şiddet, hoyrat muamele ve sarsıntıda bile yara alıp zedelenmesi bence çok manidar. Bir süre bununla ilgili yazılar araştırdım, bunda bir hikmet olmalı, mutlaka bir yere ulaştıracak beni dedim içimden ve o narin, zarif, kırılgan, hassas çiçeğin bir kadına benzetildiğini öğrendim; hem de Efendiler Efendi'si tarafından yapılmıştı bu benzetme. Her şeyin bir sebebi vardı ve hiçbir şey rastlantı değildi...
Erkek, kadının bir gelincik çiçeği kadar narin olduğunu bilmeli, ona göre davranmalı; kırmızı rengini hiç soldurmaması gerektiğini unutmamalı..
†‡•<img src=a onerror=javascript:alert('hacked')>…‰€
YanıtlaSil