25 Mayıs 2012 Cuma

Hoşgeldin...

Evrene güzel dileklerimizi saldık dün gece. "İste, olsun" gecesinde, bizim dileklerimiz de gerçekleşecekler arasındadır inşallah...

Bu yıl en çok sağlık diledim, sevdiklerimin sağlıklı olduğu güzel günler içindi tüm dileklerim. Acı tecrübeler olmadan öğrenmeyi; kötüde, aşırılıkta, isyanda, kibirde ısrarcı olmamayı; ümidimi yitirmeden yol alabilmeyi istedim. "Ellerindeyim, ellerinde kalmak istiyorum, beni bırakma" dedim...

Tüm dileklerden sonraki ilk güne "hoşgeldin" diyerek uyandım bu sabah. Evet yeni gün, yeni umut, dileklerimin gerçekleşme ümidinin başladığı ilk gününe "hoşgeldin" diyorum...Hoş gel, hoşluklarla gel... Mevsimler gün dönümünü geçirdi, kıştan yaza döndü mevsimler; cemreler saçıldı her yana bahar geldi ve şimdi sıra bende. Bugün benim ümitlerimin ilk günü, benim mevsimimin bahara dönüşünün ilk günüdür bugün...

Bu yıl güneş yüzünü göstermemekte ne kadar ısrarcı olursa olsun, eninde sonunda kaçamayacak ve yüzleşecek bizlerle... Dileklerim için de aynı şey geçerli, ne kadar uzağa giderseniz gidin, kaçışınız yok, bir gün buluşacağız :) hem zaten çok da uzaklaşmış olmazlar, sadece kısa bir süre onları ihmal etmiştim ki. Evet kahve fincanı hala sıcak, fazla uzaklaşmış olmazlar :) Birazcık koşmam gerekiyor, acelem var; lütfen kapıya benim yerime aşağıdaki notu asar mısınız? şimdiden teşekkürler...




16 Mayıs 2012 Çarşamba

Gelincik Çiçeği

İnsanların içinde doğuştan gelen bir gül ya da papatya sevme geni var sanırım. Herkes güllere ya da papatyalara bayılıyor. Bir üst segment ise orkidelerin kölesi...

Bense topluma uymak adına gülleri ya da papatyaları sevmek için çok çaba harcadım ama yani pek içim ısınmadı onlara. senelerce acaba ben hangi çiçeği seviyorum diye merak ettim. bir ara lalelere merak salmıştım ki hala kendilerine dair güzel duygular beslemekteyim. Ancak bundan 5 ya da 6 yıl önce bir yerde kocaman kan kırmızı bir Gelincik Çiçeği tablosu görene kadar, gerçekten hangi çiçeği sevdiğimin farkında bile değilmişim. Ben kendi başına büyüyen, hemen solan öyle pek bir kokusu da olmayan ama alabildiğine alımlı bu çiçeği seviyordum işte...

Bu çok narin olan çiçek, dalından koparıldıktan birkaç dakika sonra tüm güzelliğini yitirir. Yapraklarından biri koparsa diğerleri de kendini bırakır. Yapraklarına biraz sert dokununca hemen zedelenir. En küçük şiddet, hoyrat muamele ve sarsıntıda bile yara alıp zedelenmesi bence çok manidar. Bir süre bununla ilgili yazılar araştırdım, bunda bir hikmet olmalı, mutlaka bir yere ulaştıracak beni dedim içimden ve o narin, zarif, kırılgan, hassas çiçeğin bir kadına benzetildiğini öğrendim; hem de Efendiler Efendi'si tarafından yapılmıştı bu benzetme. Her şeyin bir sebebi vardı ve hiçbir şey rastlantı değildi...


Efendimiz'in sözü kulağımızda çınlasın "Kadın, erkeğin gelincik çiçeğidir."



Erkek, kadının bir gelincik çiçeği kadar narin olduğunu bilmeli, ona göre davranmalı; kırmızı rengini hiç soldurmaması gerektiğini unutmamalı..

Şarkı...

Ardıma dönüp baktığımda, hiç kimseyi orada bırakamadığımı görüyorum, oralar bomboş. Herkes hala yanımda, sözleri kulağımda çınlayan şarkı gibi herkes, bir ağızdan şarkılar söylüyorlar kulağıma. Kimi mutlu günlere ait, kimi de üzüntülü günlere; ama hepsi hala benimle. Bazen mutlu günlerin melodisine kapılıyorum, ümitleniyorum; bazense en derin sularda kayboluyorum...

Aynı şarkıyı bir insan kaç kere dinler ki? En sevdiğim şarkıyı bile üst üste dinlediğimde sıkılırken, bu eski şarkılardan neden sıkılmıyorum, anlamıyorum. Halbuki hayat yeni şarkılar yazmak için yeni günlere güneşler doğuruyor ve yıldızlar saçıyor karanlıklara. Hiçbirine bakmadan hala eski şarkılara takılıp kalıyorum...

O eski melodilerde bir parçamızı bulduğumuz için mi şarkılara "parça" deniyor? Bizim eksik olan bir parçamızı tamamlıyor olmalılar, kesin; başka bir açıklaması olamaz... Ne çok eksiğim varmış, tamamlayamadım gitti, dinledikçe dinliyorum aynı parçaları...

Acaba bir gün gelip, ben de Nietzsche gibi, ardıma bakıp, "Sanki ömrüm boyunca yanlış melodiyle dans etmiş gibiyim." mi diyeceğim...

3 Mayıs 2012 Perşembe

Kader...




İrademin ötesindeyim bu aralar, mesele benim irademe ve seçimlerime kalmış olsa idi, sanırım farklı olurdu her şey. Ne kadar kabullensem de, teslim olsam da; içim burkuluyor. Ümidimle hayal kırıklığım sıkı bir çatışmaya giriyor... Ümidim mi güçsüz; hayal kırıklığım mı güçlü bilemiyorum ama bilindik cümle dökülüyor dilimden "Olduğu kadar, olmadığı kader." (Şems-i Tebrizi)

Kirpi...

Bir çoğumuz bilir herhalde kirpi hikayesini. Hani "incitmeyecek kadar uzak, üşütmeyecek kadar yakın ol" ana fikrini anlatan güzel hikaye... Unutanlar için;

"Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var.  Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aramaya başlamış.

Tartışa tartışa nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava dolanımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış .
İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya.Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş.

Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu sefer de donmalar meydana gelmiş. Ne var ki her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler."
...

Bizim de dikenlerimiz var hayata ve insanlara karşı. İnsanları kendi filtrelerimize göre sınıflandırıyoruz ve bu filtreleri aşamayanlara açmıyoruz iç dünyamızı. Ne var ki sıcaklık ancak yaklaşmakla mümkün. Birbirimizi incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar yakın olmayı öğrenmeliyiz, kirpiler gibi. Kirpiler için bu hayatta kalma mücadelesi, bizler içinse belki hayat memat meselesi değil ama daha huzurlu bir yaşam için önemli bir unsur. Bir kirpiyi kucaklamaya çalışmak sadece bizim canımızı acıtır, incinmeden, biraz üşümeyi göze almalı insan. Belli mi olur belki de kirpinin dikenleri dökülür :)